SÖYLEŞİ: Aslı Kemal Gürbey
Bu roman oldukça çarpıcı ve sarsıcı temalar içeriyor; hem bireysel hem
toplumsal kırılmalara odaklanıyor. Toplumun görmezden geldiği hayatlara
edebiyatın sesiyle dokunan bir roman: Kağıttan Düşler. Gökhan Uğur, bir
gözünü kaybetmiş bir kağıt toplayıcısı olan Çınar’ın iç burkan hikâyesi
üzerinden okuru sokağın, yoksulluğun, umudun ve düş kırıklığının
kıyısına davet ediyor. Şiddet, aşk, madde bağımlılığı, istismar ve
cinayet gibi sarsıcı temaların iç içe geçtiği bu roman, sadece bir
karakterin değil, bastırılmış bir sınıfın ve unutulmuş hayatların da
hikâyesi. Biz de kitabın yazarı Gökhan Uğur ile söyleşi yaptık.
Söyleşimize hoş geldiniz.
Merhaba. Gökhan Uğur ismini bu kitap vesilesiyle duymuş oldum. Sizi tanıyarak söyleşimize başlayalım. Gökhan Uğur kimdir?
Merhaba Aslı Hanım.
Öncelikle kısaca kendimi tanıtayım. 1980 yılında Ankara’da doğdum. 1999′
da girdiğim “Abant İzzet Baysal Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği
Bölümü’nden” 2005 yılında mezun oldum. Aynı yıllarda ressam “Atilla
İLKYAZ” atelyesinde asistanlık yaptım. Şu an İstanbul’da yaşıyorum. 17
senedir Bakırköy Belediyesi İspirtohane Kültür ve Sanat Merkezi’nde
Resim Öğretmeni olarak çalışmaktayım. Resim dışında faal olarak;
yazarlık, grafikerlik, müzisyenlik, tasarım, tattoo, drama ve senaryo
yazarlığı yapmaktayım. Kısaca Multidisipliner bir yanım olduğu
söylenebilir.
Eserinizi beğenerek, bir solukta okudum. Kitabın kurgusu, dili
ve diyaloglarına bakılırsa edebiyat ile yazmak ile uzun zamandır
meşgulsünüz. Yazmaya ilk ne zaman başladınız?
Teşekkür ederim. Yazmaya aslında 18’lerimde amatör olarak başladım.
İçimde büyüyen girift duyguları bir şekilde dökmem gerekiyordu. Düz
yazı, şiir ve aforizmaları kaleme aldım. Üniversiteye başlamamla birçok
sanat dergisinde köşe yazarlığı yaptım. Ardından çocuk dergisi serüvenim
başladı. Çevredeki tüm okullara dağıtılmak üzere bir seri çocuk dergisi
basıldı. Ama bu da kesmemişti beni. Daha özele inmeliydim.
Kendimi ve okurların duygularını keşfetmek için profesyonel bir şeyler
yapmam gerektiğini düşünerek “Can AKKİRİŞ” hocamızın yazarlık
atelyesinde eğitim aldım. İlk romanım olan “Son Resim” o atelyede hayat
buldu. Yazmanın tadına varınca ikinci kitabım olan “Kağıttan Düşler”
romanımı yazdım. Ardından, yakında yayınlanacak olan “Karşılaşmalar”
isimli “Sıradışı Öyküler” kitabımı yazdım. Ve yazmaya devam ediyorum.
124 sayfa olan romanda anlattığınız Çınar’ın hayatı, toplumun
görmezden geldiği karanlık bir gerçekliği barındırıyor. “Kağıttan düşler
görmeye başladığın gün, bir kağıt toplayıcısı oldun demektir”
diyorsunuz. Düşlerin bile kırılgan olduğu bir dünyada, Çınar bir hayalin
ardına düştü ve pek çok derin yara aldı. Sorum şu: Yoksulların
hayalleri neden hep en çabuk yırtılanlardan olur?
Bu güzel sorunuza şöyle yanıt vermek isterim; her insanın ileriye
yönelik bir çok hayali var. Kimi zengin bir yaşam için, kimi mutlu bir
birliktelik için, kimi de tamamıyla etrafındakilere dokunmak için hayal
kurar. Aslında hepsi masum ve hakkımız olan hayallerdir. Lakin her
hayalin bir de bedeli vardır. Bir süresi ve çetrefilli yolları vardır.
Önemli olan bu hayale giden yoldan sapmamak ve yılmamaktır. Tabii ki bu
hayalleri gerçekleştirmek için birçok parametreyi aşmak gerekir. Bunları
sıralayacak olursak; Fiziki yeterlilik, aile desteği, ulaşılabilirlik
ve bazen maddiyat. İşte sorunuzun sorunsalı burada devreye giriyor.
Maddi gücü olan birey çok çaba göstermeden hayallerine kavuşurken sizin
tabirinizle yoksul bir bireyin hayalleri sekteye uğrayabiliyor. Maalesef
toplumumuz güçlüden yana. Ezilen, hor görülen ve maddi durumu yetersiz
olan birey görmezden gelindiği için hayalleri de havada kalabiliyor.
İnsanlar gerçek duygudan uzaklaşalı çok oldu. Yoksul dediğimiz bireyin
de bir kalbi olduğunu unutur olmuşuz. Onun toplumda yer alabilmesi için
hiç bir hakkı yokmuşçasına davranıyoruz. O yüzden yoksullar pes etmeye,
örselenmeye ve statüden düşürülmeye mahkum ediliyor.
Açık söyleyeyim, eseriniz etkileyici ve nefes nefese okunacak
nefis çalışma. Roman boyunca oldukça sert, şiddetli, kimi zaman
travmatik sahneler var. Bu sahneleri yazarken nötr kaldığınızı
zannetmiyorum. Bu noktada 2 sorum olacak: 1) Bu çetin romanı ne kadar
sürede yazdınız? 2) Yazarken ne tür zorluklarla yüzleştiniz?
Teşekkür ederim. Aynı toplumda yaşadığımız her canlıya saygı duymak ve
empati kurmak zorundayız. Görmezden gelerek sadece kendi bencil
dünyamızı yaratırız ki bu oldukça insanlık dışı olacaktır.
Eserimi yazmam 8 senemi aldı. Araya giren pandemi, depremler ve
ülkemizdeki kaos ortamı odaklanmamı ciddi şekilde etkiledi. Ama sonunda
bitirmem gerektiğini düşünerek nihayet tamamladım.
Kitap yazmak ciddi bir iş. Toplumsal normları gözlemleyerek vermek
istediğiniz mesaja odaklanmanız gerek. Bir önermesi olmazsa olmaz. Beni
zorlayan, dediğim gibi yaşadığımız olumsuzluklar oldu. Bunun yanında
birçok kez revize edildi. Konu, karakterler, diyaloglar bu zamana kadar
değişti. Ben de değiştim tabii ki. Bu da süreci uzattı.
Romanınızda geçen şu cümle, sadece bir gözlem değil, adeta bir
toplumsal mahkeme gibi: ‘Karanlık çöktüğünde hâkimi, doktoru,
siyasetçisi… Onlara giderler. Ama gündüz olduğunda ilk taşı atan yine
onlardır.’ Bu çelişkiyi anlatırken bir romancıdan çok bir vicdanın sesi
gibisiniz. Sizce toplumun geceyle gündüz arasında bu kadar keskin bir
ikiyüzlülük taşımasının sebebi ne?
İnsanlarda, onlara atfedilen kimlikleri dışında birçok ta maske vardır.
Bastırılmış ve gün yüzüne çıkaramadıkları birçok tabuyu, şiddet
duygusunu bir şekilde içlerinden atmak isteğindelerdir. Bu sebeple
gündüz saygın mesleğini yapan kişi gece olunca gerçek yüzünü gösterir.
Bununla ilgili örnek verecek olursam; pavyonlar, randevu evleri, gece
kulüpleri, kumarhaneler bu insanlarla dolup taşmakta. Ama gündüz olunca
gittikleri yerleri eleştiren ve gidenleri de taş yağmuruna tutanlar da
onlar değil mi? Bahsettiğiniz ikiyüzlülüğün sebebi de, bu karakterdeki
insanların özgüven eksiklikleri ve toplumda kurdukları statünün sarsılma
korkusudur.
Romanınızda sokak çocukları, kağıt toplayıcıları, evsizler,
bağımlılık, istismar gibi bir çok sosyal yaraya değiniyorsunuz. Bu roman
aynı zamanda kentleşme, yabancılaşma, göç ve sınıfsal uçurumların bir
anlatısı. Edebiyatçılarımızın bu konulara yeterince değindiğini
düşünüyor musunuz? Cevabınız hayır ise size göre sebebi nedir?
Tarihsel gelişim sürecimize baktığım zaman; yoktan var edilen bir ülke
görüyorum. Halkın çektiği yokluk, yaşadıkları savaşlar, soy kırımlar,
ölümler, göçler, ötekileştirilmeler, istismarlar tarihimiz boyunca acı
gerçeklerimiz oldu. Bu gerçeklerin unutulmaması ve ders çıkarılması
adına bir çok ozanımız, yazarımız ve düşünürlerimiz yarayı açık tuttu.
Acıdan beslenmek, acıyı hatırlatmak garip ve yersiz görünebilir size.
Fakat sağlıklı geleceğimiz için geçmişimizi de unutmamamız lazım. Evet,
sanatçılarımız bu konuları farklı bakış açılarıyla bizlere sunmaktalar.
Bakış açılarımızı değiştirerek iyi de yapıyorlar.
Romanınızın bir film olarak çekilmesini canı gönülden isterim.
Bu konudaki yorumlarınızı merak ediyorum ve ayrıca Çınar ile Berfin’i
hangi oyuncuların oynamasını isterdiniz?
Teşekkür ederim. Bundan sonraki hayalim bir film senaryosu yazmak. Ya
da kitaplarımı beyaz perdede izlemek. Bu çok farklı bir deneyim olurdu.
Düşünsenize, karakterlerinizi kanlı canlı izliyorsunuz, müthiş… Hoş,
filmleşmiş romanlar okuyucuları pek tatmin etmiyor ama olsun, denemeye
değer ve ya ederse.
Romanımdaki “Çınar” karakterini “Rıza KOCAOĞLU”, “Berfin” karakterini
de “Vildan ATASEVER” oynayabilir. Yönetmeni de “Nuri Bilge CEYLAN” olsun
da tam olsun bari.
Genellikle ne tür kitaplar okursunuz ve bizlere 5 yazar 5 kitap önerecek olsaydınız bunlar hangileri olurdu?
Kitap yazarken çok kitap okumuyorum, ama zevkle okuduğum türleri
söyleyecek olursam; psikolojik, sosyolojik dram, felsefe kitapları,
polisiye, ezoterik, tarihi romanlar ve perdesiz yazılmış cesur kitapları
sayabilirim. Livaneli’nin “Serenad”ı, Halil Cibran’ın “Ermiş”i, Hakan
Günday’ın “Daha”sı, Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı, Yaşar Kemal’in “İnce
Memed”ini önerebilirim.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
Kitabımı okuyup benimle bu değerli söyleşiyi yaptığınız için asıl ben
size teşekkür ederim. Edebiyatla ve sanatla kalmanız dileğiyle,
hoşçakalın.