SÖYLEŞİ: Aslı Kemal Gürbey
Bir Günah İşleyelim adlı romanı geçen hafta Kalan Yayınları
etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kitabın yazarı Sezen Eren. Yazar,
sınırları zorlayan duyguları, bireysel tercihlerle toplumsal normlar
arasında açılan çatlakları kaleminin merkezine yerleştiriyor. Çarpıcı
adı, sarsıcı kurgusu, tabuların üzerine giden karakterleri ile yalnızca
bir anlatı değil, aynı zamanda sorgulama/yüzleşme alanı sunuyor. Biz de
Sezen Eren’le romanını, karakterlerini ve yazarlık serüvenini konuştuk.
Merhaba Sezen Hanım. Yeni eseriniz hayırlı olsun. Öncelikle benim gibi
isminizi ilk kez duyanlar için sizin kim olduğunuzu okurlarımıza
tanıtarak başlamak isterim. Evet, Sezen Eren kimdir?
Merhaba, söyleşi fırsatı tanıdığınız için teşekkür ederim. Açıkçası
kendimi anlatmak konusunda pek de iyi sayılmam. Bir insan kimlik
bilgilerinden mi, sosyal alanda mı yoksa dünyaya baktığı yerden mi
ibaret? İşte bu sorulara yanıt verebildiğim yerde, sanırım kendimi
anlatma konusunda bir nebze yol kat etmiş olurum. Her romanımda yeni bir
“benle” tanıştım diyebilirim. Edebiyatın bu anlamda kendimi en iyi
ifade edebildiğim bir mecra olduğunu söyleyebilirim.
Romanınızı yazıp yayımladığınız için mutlu olmanın yanı sıra
kendinizle de gurur duyuyor olmalısınız. Duygularınızı ve neler
hissettiğinizi merak ediyorum.
“Bir Günah İşleyelim” 4. Romanım. Yazma yolculuğumda birçok duygu hallerini yaşadığımı söyleyebilirim. Kitap çıktıktan sonra garip bir boşluğa düşüyorum. Çünkü yazmak benim için sadece bir roman yazmaya hizmet etmiyor. Bir hikâyeye dâhil olup o serüveni yaşamaktır aynı zamanda. Çoğu zaman karakterlerin gerçek olduğu duygusuna kapılıyorum, her bir karakter benim için bir anlam taşıyor. Kimini seviyorum, kiminden pek hoşlanmıyorum, kimine kızıyorum, öyle ki onlarla aramda adeta güçlü bir bağ oluşuyor. Garip gelecek belki, kahve içerken bile karşımda karakterlerden biri oturur, acaba bu karakter kahvesini nasıl içer diye düşünürüm. Karakteri ete kemiğe büründürdüğümü düşünsem de aslında tam tersi oluyor. Karakter bir noktadan sonra yazarı yönlendirmeye başlıyor. Kısa bir örnek vereyim. 2. Romanımdaki bir kadın karakterin sigara kullandığını yazarken fark etmiştim. Gurur duyma konusuna gelecek olursam, öyle bir hissiyata kapılmadım hiç, umarım kapılmam da. Sevdiğim bir şeyi yapmış olmak elbette beni mutlu ediyor, ancak kendimle “gurur” duyma noktası sanırım kaçındığım bir durum benim için.
Anlaşılır ve sade bir dille yazılan “Bir Günah İşleyelim” romanı kapak resmindeki gibi yasak meyvelerin yendiği etkileyici bir kurmaca. Bu temelde 2 sorum olacak: 1) Hikâyeyi oluşturma süreciniz ne zaman başladı, 2) Çetin sahnelerin ustaca işlendiği bu romanı yazarken yüzleştiğiniz zorluklar neler oldu?
Bu romanı pandemi sürecinde yazmıştım. Ve iki yıl hiç dokunmadım. İçimdeki his, baskı için doğru zamanı beklememi söylüyordu. Ben de bekledim. Ancak diğer üç kitabıma göre bu roman da çok zorlandım. Çok karakterli olması, aynı zamanda her karakterin kendine özgü hikâyesini örmek ve bu karakterleri bir araya getirmek kolay olmadı. Böyle bir durumda mantıksal hatalara düşmek en korktuğum şeydir. En zoru da Murat’ın gerçeklerle yüzleştikten sonra vereceği tepkiyi kestirememekti. Klişelerden uzak daha özgün, daha içsel bir şey olmalıydı. Ama ne? Diğer taraftan kolaya kaçıp, Murat’ın Özgür’ü dövdüğü bir sahne yazıp sonuca varabilirdim. Ama o zaman da Murat’ın derinlerindeki çıplak duygularını göremeyecektik. Benim için de sürpriz oldu, diyebilirim. Birçok açıdan örnek teşkil eden Murat’ın, iç dünyasında toplumsal normlara aykırı bir hissiyatın olması, aklıma Freud’un “zihin kuramı” nı getirdiğini de belirtmek istiyorum.
169 sayfa olan roman, ihanet, mutsuz evlilikler, aşk, pişmanlık, benlik kayıpları, savrulma ve tabu temalarını derinlemesine işliyor. Bu yönüyle pesimist bir roman. Sezen Eren’in bu temaları seçmesinin bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Neler söylemek istersiniz.
Bir sebep ya da dert diyebiliriz. Tabular, benim için toplumsal bir derttir. Maalesef, yaşantımız tabular üzerinden şekil alıyor. Bu anlamda tabu temalarını sıklıkla işliyorum, çünkü yasakların insanı başkalaştırdığını ve kendinden uzaklaştırdığını düşünüyorum. Aslında bu roman, herkes için mutlak doğruların olmadığını, doğruların bireylere, toplumlara, ya da zamana göre değişkenlik gösterdiğini anlatır. Bu anlamda “pesimist bir roman olduğunu düşünmüyorum. Mutlu bir son nasıl olabilirdi? Görece bakıldığında Nefise, yaşamı boyunca doğru bildiği birçok şeyin kendi gerçekliği olmadığını, bir kadınla yaşadığı cinsel birliktelikte öğrenmenin mutluluğunu yaşamaktadır. Şayet mutlu son, herkesi pembe panjurlu bir eve doldurmak ise, maalesef öyle bir mutluluk anlayışı bana pek de samimi gelmiyor. Benim için mutlu son, karakterin içinde bulunduğu karanlık tünelin sonundaki ışığa varmasıdır. Ve bu romanda da her karakter tünelin sonundaki ışığa varmıştır, önemli olan bu.
Ezgi ile Murat’ın ilişkisi, roman boyunca dramatik, çatışmalı ve duygusal bir seyir izliyor. Toksik bir ilişki aynı zamanda. Geçen hafta “Günümüz ilişkilerinde toksik ilişki oranı artıyor” diye bir haber okumuştum. Bu fikre katılır mısınız yoksa karşı mı çıkarsınız.
Ezgi’yle Murat’ın ilişkisindeki duyguların referanslığında, insanın acizliğine, zaaflarına ve toplumsal çürümeye vurgu yapmayı amaçladım. Toplum ne ise birey de odur, diye düşünüyorum. Toksik ilişkiye gelecek olursak, bence, toksik ilişki bugüne özgü bir durum değil. Toksik ilişki her dönem vardı. Çok değil sadece dönüp 30 yıl öncesine bakıldığında bile aynı ilişki döngüsünü görebilirsiniz. Hastalıklı, psikolojik ve fiziksel şiddetin eksik olmadığı onlarca evlilik ve ilişki örneği görebiliriz. O zamanlar ilişkilerde ya da evliliklerde boşanma ya da ayrılma çok da normal karşılanmadığından, içinde her türlü toksikliği barındıran mutsuz, sevgisiz ve saygısız, evlilikler devam etmiştir. Yani eylemselliği olmayan, ama sessizliğinde boğulan toksik ilişkilerin özü çok daha geçmişe dayanır. Bugün ise ilişkilerin dinamiği “örtüsüz” yaşandığı için adına “Toksik ilişki” deniliyor.
Kitaplarınızı imzaladığınız bir imza gününde bir okurunuzun söz alıp size şöyle bir soru sorduğunu hayal edin: “Sezen hanım, romanınızda ‘Her duygu kendi doğrusunu yaratır’ diyorsunuz fakat duyguların “doğru” üretme gücü, felaket üretme gücünden daha azdır. Kendi doğrularımız toplumsal doğruların önüne geçerse kaos yaratmaz mı?” Bu soruya yanıtınız ne olurdu?
Güzel bir soru olurdu. Muhtemelen cevabım da soruyla olurdu. Felaket üretme gücün “duygulardan” gelmediğini, söyleyebilir miyiz? Dünya tarihindeki diktatörlere bakıldığında, onları bunca kötülük yapmaya iten nefret, hırs, öfke, beklenti, acizlik, korku gibi duygular değil mi? Bu durumda, duyguların hem savaşı hem de barışı ürettiğini görebiliriz. Yani diktatörler ürettikleri her felaket için doğru ya da doğrular üretmiştir. Özetle diyebilirim ki duyguların saf iyilikten yana olduğunu düşünmek, sanırım bana uzak ???? Diğer taraftan toplumsal doğruların üzerimizde yarattığı tahribatı düşünecek olursak, kim bilir, belki de böyle bir kaos, toplumun gelişimi için iyi olur.
Kurmacanızda büyük bir aşk, ilham veren bir ilişki ya da mutlu son göremedim. Bu, günümüzdeki aşk ve ilişkiler temsiline yönelik eleştirel bir yaklaşım gibi geldi bana. İlham veren aşklara ya da mutlu aşklara inanır mısınız yoksa bunların hayali temsiller olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Sanırım en zor soru bu oldu. Aşkın şuursuzluğunu düşünecek olursak, nasıl ilham veren bir ilişki ya da mutlu bir son yazabilirdim? Diğer taraftan ilişkilere, aşklara eleştirel yaklaşmışım gibi yansımış olabilir, ama amacım bu değildi. Mutlu aşk var mıdır? Bu soruya bugüne kadar doğru ve net cevap verildi mi, bilmiyorum. Ben de bu soruya net cevap veremeyeceğim. Efsaneleşmiş birçok aşk hikâyesi dinledik. Mesela Leyla ile Mecnun dillere destan bir aşk hikâyesidir, ama bu aşk ilham verici mi? Bence değil. Aşk, bana göre şuur yitimi gibi geliyor, ama emek üzerine inşa olmuş sevgiye inancım tam.
Bir Günah İşleyelim’i bir solukta, beğenerek okuduğumu bilmenizi isterim. Eminim kitabı okuyacak diğer okurlar da bana hak vereceklerdir. Dolayısıyla böyle bir yazarın kaleminden çıkacak sonraki projesini merak ediyorum. Üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı? Varsa okurla ne zaman buluşur?
Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Bir sonraki projem beni
hem mutlu ediyor hem de çok heyecanlandırıyor. Yazım aşaması bitti.
Sadece biraz demlenmesini bekliyorum. Bodrum katta kedilerinden başka
kimsesi olmayan, 80 yaşındaki polis memuru bir kadının tersine evrim
geçirmesine tanıklık ediyoruz. Sonbahara okurla bulaşacağını ümit
ediyorum.